İzleyiciler

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimleri Affetmemişti?

Merhameti ile bilinen Hz. Peygamber bir konuda oldukça sertti. Bu suça iştirak edenleri en ağır bir şekilde cezalandırdı.



İşte Hz. Peygamber'in tahammül edemediği suçlar...

Gerek yazının tamamını okumaya vakti olmayanlar, gerekse de yazıda çokça isim geçeceği için zihni karışacak olanlar için yazının özetini baştan vereyim.

Hz. Peygamber’in asla tahammül edemediği ve kesinlikle affetmediği suç, yalan, iftira gibi her çeşit karalama türü yaklaşımlarla toplumun zihninin karıştırılması ve yanlış düşünce sahibi olmalarına zemin oluşturulmasıydı. Kamu malı konusunda da hassastı. Aksi davranış içinde olanlara karşı şiddetli cezalar uyguladı.

Konunun ayrıntısına girmeden önce, Hz. Peygamber öncesi döneme ait bazı bilgiler vermekte yarar var.

Kamuoyunun kontrolü tarihin her döneminde büyük önem taşımıştır. Güç ve iktidar sahipleri, insanlık tarihinin bilinen bu en eski silahından sürekli yararlanma yoluna gitmişlerdir.

Eski Yunan ve Roma toplumlarında da, kamuoyu oluşturma tekniği olarak nitelendirebileceğimiz profesyonel faaliyetler mevcuttu. İmparator Neron, “Augustales” denilen ve görevi halkı heyecanlandırarak hasım grupları katletmek için coşkulu tezahürat yapmak olan ve çoğunluğu gençlerden oluşan 5000 kişilik bir teşkilât kurmuştu. Sezar zamanına gelindiğinde, Çiçeron gibi etkili hatiplerin siyaset ve toplum hayatı üzerindeki etkisi üst seviyelere çıkmıştı

Pompei harabeleri arasında bu devirde etkin faaliyet gösterdiği anlaşılan dellâllara ve münâdîlere ait kalıntılar bulundu.

Halkın çeşitli söylentilerle sindirilmesi ve morallerinin çökertilerek ruh dünyalarının peşinen esir alınması düşüncesi çok eski bir stratejidir. Anibal Roma üzerine yürürken bu teknikten yararlandığı gibi, Atillâ ve Cengiz Han’da bu iş için özel ekipler oluşturmuşlar, ordunun geçeceği güzergah üzerinde yaşayan halklarda büyük bir korku dalgası meydana getirmeyi başarmışlardır. Tarihe geçen tüm başarılı seferlerde, böylesine profesyonelce uygulanan bir zihin inşa stratejisi vardır.

Timur Anadolu’yu işgali sırasında da bunu başarıyla uygulamıştır. Yıldırım Beyazıt’ın Timur’a karşı mağlubiyetinde Timur’un propaganda silahını çok iyi kullanması etkin rol oynamıştır. O kadar ki, üzerinden asırlar geçmesine rağmen, Timur’la ilgili menkıbeler Anadolu’da hâlâ anlatılmaktadır.

O günün medyası…

Modern anlamda gazeteciliğin insan hayatına girmesi son 200, 300 yıla ait bir olaydır. Radyo, televizyon gibi günümüzün popüler iletişim araçlarının insan hayatına girmesinin üzerinden ise henüz 100 yıl bile geçmemiştir.

Kısacası, bundan 100, 200 sene öncesine gelinceye kadar tüm insanlık tarihi boyunca en etkin kamuoyu oluşturma aracının başında şifahi (sözlü) unsurlar başta geliyordu. Onu en iyi kullanan da, etkin söz söyleme gücüne sahip şairlerdi.

Şairler eski çağlar boyunca bir bakıma şimdiki anlamıyla medyanın görevini yürütüyorlardı. Herhangi bir konuda kamuoyu oluşturulacaksa, bu iş için şairler görevlendiriliyor, karşılığında kendilerine menfaat temin ediliyordu. Özellikle savaş hazırlıkları sırasında ve savaş anında askerin coşturulmasında en etkin silah şiirdi.

Şairlerin çoğu Yahudi idi…

Hz. Peygamber risalet görevine başladığında Mekke bir bakıma Arap yarımadasının şiir merkezi (medya üssü) gibi idi. Arap yarımadasının en etkin şairleri burada bulunuyor, en güzel şiirler Kâbe duvarına asılıyordu.

Hz. Muhammed (s) peygamberlik görevine başladığı andan itibaren, çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu şairler hemen saldırıya geçti.
Yahudi şairler, şiirlerinde İslâm'la alay ediyor, Hz. Peygamberi sürekli aşağılıyorlardı. Özellikle Müslüman kadınları küçük düşüren ve hakaret eden şiirlere ağırlık veriyorlardı. Zaten o günün en etkin kamuoyu oluşturma aracı şiirler olduğu için bu hakaretler kısa zamanda ağızdan ağza yayılıyor ve toplum Müslümanlara karşı kışkırtılıyordu.

Müslümanlar kendilerine olan özgüvenden dolayı bundan doğrudan etkilenmeseler de, insanların hakikatlere karşı kalplerinin ve gözlerinin kapalı hale gelmesine yol açtığı için bu tür karalama kampanyalarına üzülüyorlardı.

Mekke dönemi sabır dönemi olduğundan, Hz. Peygamber bu amansız saldırılara doğrudan karşılık vermedi. Medine döneminde ise; gerekli savunmaya ve mücadeleye izin verildiğinden dolayı, Hz. Peygamber’in yaklaşımı çok farklı oldu. Hz. Peygamber İslam’ın tüm hasımlarıyla mücadele ettiği gibi, kamuoyunu Müslümanlar aleyhine kışkırtan şairlere karşı da sert tedbirler aldı.

O dönemde İslam’ın en azılı düşmanlarından biri de, Asma binti Mervan adındaki şair kadındı. Tüm hayatı, İslâm aleyhinde şiir üretmek, şiirlerinde İslâm ve Hz. Peygamber düşmanlılığını işlemekle meşguldü. Bu şairi sahabeden Umeyr öldürdü. Hz. Peygamber onun hakkında, "Allah'a ve Resulü'ne gıyaben yardım eden birisini görmek istiyorsanız Umeyr'e bakın!" buyurdu.

İslâm'a ve Hz. Peygamber’e saldıran Yahudi şairlerinden birisi de Ebû Afek adındaki fitneci şairdi. Sâlim b. Umeyr isimli sahabi de bu İslâm düşmanı Yahudi şairi öldürdü ve toplumu ifsat etmesinin önüne geçti.

Bedir savaşında Müslümanların üstün gelmesi bütün Yahudileri kızdırdı ve daha da hırçınlaştırdı. Bu savaş onların kinlerini açığa vurmalarını sağladı. Bedir zaferinden sonra Yahudi şair İbnu'l-Eşref, İslâm'a daha ağır hakaretler yapmaya başladı. Bedir Savaşı’nın ardından, "Bugün yerin altı üstünden yeğdir" dedi.

Mekkelileri Müslümanlara saldırtmak için Mekke’ye gitti ve orada şiirleriyle ağıtlar yaktı. Medine'ye dönüp İslam düşmanlığına devam eden İbnu'l-Esref o kadar ileri gitti ki, Hz. Peygamber sonunda söyle dua etti: "Ya Rabbi, beni Ka'b ibnu'l-Eşref’den ve onun şiirinden kurtar." Sahabeden Muhammed b. Mesleme çok geçmeden bu şairi katletti.

Ertesi gün, İbnu'l-Eşref'in haksiz yere öldürüldüğünü savunmak için gelen Yahudilere Hz. Peygamber şöyle dedi: "O suçsuz değil; bizi aşağıladı. İslâm ve Müslümanlar aleyhinde şiirler söyledi (kamuoyu oluşturdu). Aranızdan her kim aynı fiili işlerse, onun da kafası kesilecektir. Bunu böyle bilin ve bir daha İslâm aleyhinde söylemeyin…"

Bu olaydan sonra Nadiroğulları Hz. Peygamber ile bir ittifak antlaşması yaptı. Fakat barış dönemi uzun sürmedi. Uhud Savaşı yapıldı. Hz. Peygamber, Uhud Savaşı esirlerinden yalnızca şair Ebu Azze'nin öldürülmesini emretti. Bu şair, Mekkeli Müşrikleri şiirleriyle galeyana getirerek Müslümanlara karşı yeni bir saldırıya geçirilmesinde büyük bir rol oynamıştı.

Kimler öldürüldü…

Mekke fethi esnasında, Hz. Peygamber (a.s) "Saldırıya uğramadıkça, sakın saldırmayın. Fakat şu on bir erkek ile altı kadını nerede bulursanız öldürün. Başka kimseye dokunmayın" dedi. Fakat bunlar arasından sadece dört erkek öldürüldü, diğerleri affa mazhar oldu.

Öldürülen dört kişinin isimleri ve suçları şunlardı:

1. Abduluzza b. Hatal: Daha önce Müslüman olup, Abdullah adını almış ve zekât toplamakla görevlendirilmişti. Önemsiz bir sebepten Müslüman ar*kadaşını öldürdü, kısas edileceğinden korktu, irtidat etti ve topladığı zekât malları ile birlikte kaçtı. Mekke'ye iltica etti. Hem katil, hem mürted, hem de hırsızdı. Fetih günü Ka'be örtüsü içine saklanmışken buldu ve öldürüldü.

2) Mikyas b. Subabe: Müslüman ol*muş kardeşinin, başka bir Müslüman tarafından müşrik zannedilerek hataen öldürülmesi üzerine, onun hakkını almak için geldi, Müslüman oldu ve kardeşinin kanını dava etti. Diyet almasına rağmen, kardeşini öldüren Müslümanı öldürdü, irtidad etti ve Mekke'ye kaçtı. Fetih günü Müslümanlara pusu ku*ranlar arasında yer aldı. Gizlendiği yerde yakalanıp öldürüldü.

3) Haris b. Tulatıla: Hz. Peygamber’e daha ilk günden itibaren en ağır eziyet ve hakaretleri yapanlardandı. Sürekli alay eder, yalancı olduğunu söylerdi. Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürüldü.

4) Huveyris b. Nukayzi: Mekke döneminde Peygamber (a.s.)'e en çok eziyet edenlerdendi. Hz. Peygamberi hakaretler içeren şiirler söylerdi. Hz. Peygamberin kızları Fatıma ve Ümmü Gülsüm'e de eziyetleri olmuştu. Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürüldü.

Özetlemek gerekirse, Hz. Peygamber’in şairlere karşı sert tutumunun bir nedeni de, şairlerin kendi zihin kirliliğini ve küfrünü şiirleriyle topluma da bulaştırması ve kendi karanlık dünyalarına başkalarını da ortak etmesiydi.

Çünkü İslam, bireyin olduğu kadar toplumun da ruh sağlığının korunmasını, bireyi ve toplumu ifsat eden her türlü yanlışın önüne geçilmesini ister. İnsana saygının gereği de budur.

Osman Özsoy

Hiç yorum yok: